İzmir 1 Mayıs'ı

"İzmir 1 Mayıs'ı, bir özeleştiri: Gören Küba sanır"

GÜNCEL
Çarşamba, 2 Mayıs 2018 (6 yıl 5 ay önce)

Yemen Cankan*



 



Bir 1 Mayıs’ı daha arkamızda bırakmış olduk. Her tarihsel günün ardından birkaç tespit ve değerlendirme yapma âdetine (ki kanımca da son derece isabetli bir adettir bu) uyarak, ben de katılmış olduğum İzmir 1 Mayıs’ı üzerinden edindiğim birkaç gözlemi ve genel olarak 1 Mayıs üzerine birkaç değerlendirmeyi sizlerle paylaşmayı -belki haddimi aşarak- gerekli buldum.



 



İZMİR 1 MAYIS’I, İZMİR’İN 1 MAYIS’I



İnsanlar tarafından rahatlığıyla, karışık olmayışıyla, sakinliğiyle anılan İzmir’in, bu türden özelliklerinin yapılan eylem ve etkinliklere de sirayet ettiği yönünde çokça duyumum oldu bugüne kadar. Edip Cansever, Mendilimde Kan Sesleri adlı o güzel şiirinde “o güzel Ahmet abisine”, “insan yaşadığı yere benzer / o yerin suyuna, o yerin toprağına benzer” diye seslenir, sitem eder. Doğanın en kolay adaptasyona uğrayan varlığı olarak insanın böylesi bir benzeşmeyi hak ettiğini de söyleyebiliriz elbet ama ‘politik’ bir eylemin, bir ‘etkinliğin’ de bu türden bir benzeşmeye(eğer gerçekse bu benzeşme) gark olması, ne kötü bir talihsizliktir.



 



Uzun lafı kısası, İzmir 1 Mayıs’ında bu yıl da yeni bir şey yok; olmadı. Yenilenen bayrak ve flamaları, belki birkaç sloganı vs. saymazsak… Geçen yılların 1 Mayıs’larına göre değişen elbette birçok şey olabilir fakat kastımız ve konumuz bunlar değil. Sorun 1 Mayıs’ın, öncelikle her yıl ‘kutlanıyor’ oluşu. Yetmez, hep aynı biçimde kutlanıyor oluşu. Yani aslında kutlanmıyor oluşu. İşçi sınıfının birlik, dayanışma ve mücadele gününün, “bir bayram kartının tutsaklığına” angaje oluşu, bayram oluşu, tatil oluşu…



 



Her yıl yeni bir kararlılık ve inatla karşılanıp, katılanların(öncelikle işçilerin) öfkesini ve mücadele azmini bilemesi gerekirken, her yıl aynı biçimde “kutlanıyor” olması ve bir takvim etkinliği sıradanlığı ile karşılanıyor olması, 1 Mayıs’ları bir külfete dönüştürmüş durumda. Bu külfet olma durumunun, 1 Mayıs organizatörlerinin, tertip komitelerinin, ağır top sendika liderlerinin yüzlerinden okunduğunu söylesem, çok da abartmış sayılmam hani.



 



Ülkede son yıllarda yaşanan onca baskıya, saldırıya, zulme, olağan hale getirilmiş OHAL’e rağmen, işçilerin, emekçilerin ve diğer halk kitlelerinin alanlara çıkmış olmaları elbette son derece değerli ve önemli. İzmir özelinde gözlemlediğim kadarıyla yine gençlerin yoğun katılımı, son derece umut verici. Toplumun ezilen, sömürülen, baskı gören kesimleri, yaşadıkları ablukalara rağmen sokaklara çıkmaktan imtina etmediler ve etmeyeceklerini de bir kez daha göstermiş oldular. Tamam.



 



Fakat bu durum, tek başına 1 Mayıs övgüsü yapmamıza yetmeyecek gibi görünüyor. Katılımın (her şeye rağmen) yüksek olmasına karşılık, kitlenin dağınıklığı, 1 Mayıs’ın gerçek mahiyetine sadakatsizliği, birlik, dayanışma ve mücadele temasından uzaklığı da bu yıl ki 1 Mayıs için de gözlemlenebilir düzeydeydi.



 



Açıkça Cumhuriyet Halk Partisi güdümünde hareket eden DİSK’in (ki genel başkanı -yine bir DİSK genel başkanı- önümüzdeki seçimlerde CHP’den aday olacağını da açıklamış oldu) 1 Mayıs “kutlamalarına” bu sene de ağırlığını koymuş olması, tek başına 1 Mayıs’ı 1 Mayıs olmaktan çıkarmaya yetti.



 



İşçi sınıfının burjuvaziye karşı vermekte olduğu tarihsel sınıf savaşında, birlik, dayanışma ve mücadele günü ilan ettiği bir günü, bir burjuva partisinin (CHP) ağırlığı ve yönlendirmesi altında geçirmiş ve geçiriyor olması oldukça vahim bir durum. CHP’nin bir burjuva partisi, DİSK’in de tarihsel misyonunu ve rotasını CHP’ye kaptırarak kaybetmiş olduğu gerçeği tartışma konusu değildir, söylemeden geçmemiş olayım.



 



DİSK’in ve dolayısıyla CHP’nin ağırlığı altında, işçi sınıfının ve bir bütün olarak toplumun ezilen ve sömürülen kesimlerinin, baskıya ve sömürüye karşı birleşme, dayanışma ve bu baskı ve sömürüye karşı mücadele etme yükümlülüğü, bu sene de yerini 24 Haziran seçimlerine bırakmış oldu. Bakalım önümüzdeki 1 Mayıs’larda nelere bırakacak. Nihayetinde ülkede her sene yer bırakılacak seçim ve benzeri gündemlerden çok bir şey yok.







Gelelim işçi sınıfına, sınıfları ortadan kaldırarak, sınıfsız bir toplum yaratma payesi biçen devrimcilerin bu 1 Mayıs’taki haline, pür melaline. Kendi kitlesi yahut grubuna çekilen coşkulu ajitasyon, bir önceki yıla nazaran artmayan/azalmayan bir insan yoğunluğu, devasa pankartlar, sloganlar eşliğinde bir yürüyüş, 1 Mayıs alanına giriş ve alana girişinin anons edilmesinin ardından alandan çıkış… Vaziyet bu. Sınıfla temas, sınıfı yönetme ve yönlendirme, inisiyatif yok.



 



Tabii 1 Mayıs günü gerçekleştirilip, yukarıda saydıklarımızı sağlayacak bir atılımdan bahsetmiyorum. Bu haksızlık olurdu. Devrimcilerin, sınıf örgütlenmelerinin yetersizliği, örgütsüzlüğü, 1 Mayıs’ın yukarıda saydığımız niteliğini (niteliksizliğini) fazlasıyla (hepsinden çok hatta) belirliyor. Demek istediğim, devrimcilerden, kendini devrimci olarak addeden siyasal hareketlerden, 1 Mayıs günü ortalığın tozunu dumanını atmak ya da bir mucize yaratmasını beklemek değil. Devrimcilerin, devrimci olmayanlara kaptırdığı siyasal önderliği yeniden kazanmak için ne yaptığını sorgulamak.



 



İzmir 1 Mayıs’ının ve diğer illerdeki 1 Mayıs’ların, birer kutlama havasında geçtiğini yukarıda söylemiştim. Gören Küba 1 Mayıs’ı sanacak. Dert tasa yok. Devrim olmuş. Tamam, yoksulluk var ama en azından sömürü yok. Toplum huzur içerisinde. Gidip şöyle hakkıyla bir halay çekelim, konser dinleyelim havası hâkim.



 



Dünyanın en çalkantılı, siyasal olarak en gergin ülkelerinden biri olan bu ülkeye böylesi bir 1 Mayıs birkaç gömlek küçük. İşçiler geçinemiyoruz diyerek kendilerini yakıyorlar, intihar edenlerin sayısı her geçen gün artıyor, işçi ölümleri almış başını gidiyor, kriz yine öyle, satılmadık kamu kurumu neredeyse kalmamış. E o zaman bu halay niye? Tamam, “halay çekemeyeceğimiz devrimi neyleyelim” ama devrim nerede? Bu bayram niye?



 



Alanda karşılaştığım, uzun bir dönemdir işçi ve öğrenci gençlik mücadelesi veren bir genç arkadaşıma, 1 Mayıs hakkında ne düşündüğünü sordum; “nerde o eski bayramlar” dedi gülerek. 1 Mayıs’lar tarihini, işçi sınıfı mücadelesini hasbelkader izleyen, takip eden, okuyan, yazan ve büyüklerinden dinleyen bu genç arkadaşıma gülerek katılmış oldum ben de.



 



Bu genç arkadaşım, devrimciler açısından sorunun sadece 1 Mayıs’ın vaziyeti ile sınırlandırılamayacağını, birçok alanda daha çok günü kurtarmak refleksi ile politik argümanların üretildiğini ve “işçiler, emekçiler böyle düşünmüyor” diyerek, işçi ve emekçi kitlelerinin düzen sınırlarını aşmayan fikirlerinin politik doğru olarak kabul edildiğini; bu bakış açısının sonucu olarak da devrimci fikirlerin, devrimci programların ve devrimci birlikteliklerin bilinmez bir geleceğe ertelenmiş olduğunu da naçizane eklemiş oldu.



 



Devrimcilerin, uzun yıllardır kitlelerle buluşmak adına inisiyatif gösteremediği, içerisinde eriyip gittiği, yön ve yöntem belirleyemediği bu türden kitlesel eylemliliklerde, bundan sonraki dönemlerde de başarı göstermesinin bu haliyle mümkün görünmediği; devrimcilerin kitlelerin ruh haline ve politik düzeylerine göre değil (en azından öncelikli olarak değil) nesnel sürece göre politika üretmeleri gerektiği noktalarında da yine fikirlerimiz ortaklaşmış oldu. Nihayetinde bizlere göre bir devrimciyi devrimci yapan en önemli özelliklerden biri belirlenmiş bir yola girme değil, yeni bir yol açma iradesini gösterebilme kararlılığıdır.



 



Baskıyla ve korkuyla bastırılmış (ki 1 Mayıs’taki katılıma bakılırsa tam da bastırılamamış) halk kitlelerinin ortalama bilinçlerine göre değil, süreci karşılayacak bir perspektife göre hareket etmeleri gereken devrimcilerin, halk kitleleriyle bir arada bulunamama riskini de göze alarak, farklı bir yol açması ve eğilim yaratması gerekliliği bugün artık fazlasıyla hissedilir düzeyde.



 



İçi iyiden iyiye boşaltılmış, göstermelik taleplerle geçiştirilen bir 1 Mayıs etkinliği içerisinde, işçi sınıfı ile temas kurmak ve sesini duyurmak için yer alan devrimcilerin, bu etkinliği ‘etkinlik’ olmaktan çıkartıp, gerçek anlamına kavuşturmak noktasında bugün yaptığından daha fazlasını yapması ve yeni bir yol açması gerekmektedir.



 



Aksi halde, kendisini birkaç yılda bir önüne çıkarılan seçimlerin gündemine kaptırmış, değiştiren değil değişim bekleyen, misyonları gereği önde yürümesi gerekirken ortalarda yürüyen bir devrimci hareketin, 1 Mayıs’ları “bayram kartlarının tutsaklığından aşırması”** mümkün görünmüyor.



 



*Avukat, İzmir Barosu



** Nevzat Çelik’in Şafak Türküsü adlı şiirinden bir dize



 



Gazete Duvar