Cambridge Analytica skandalı bize ne anlatıyor?

"Politik mücadelelerimiz konusunda dahi Internet'in belirleyici ve asıl aktör olduğuna dair derin bir inancımız var"

GÜNCEL
Çarşamba, 21 Mart 2018 (6 yıl 8 ay önce)

Sarphan Uzunoğlu*



 



Son günlerde yeni medya ve siyasetin kesişim alanında en çok konuşulan konuların başında Cambridge Analytica skandalı var. ABD merkezli veri analizi şirketi Cambridge Analytica’nın Facebook üzerinden ulaştığı kullanıcı verileriyle ABD ve Britanya’daki seçim ve referandumlardaki tercihleri etkilediği iddiası etrafında oldukça yoğun bir tartışma var. Tartışma Donald Trump’ın 2016 başkanlık kampanyasında ve 2015 önseçim propaganda döneminde de Ted Cruz’un kampanyasında servislerinden yararlandığı şirket, muhafazakâr politik kampanyalara yakınlığı ile biliniyor.







Aslında kişisel verilerin ticari ve siyasi amaçla kullanımı, teknik olarak bugünün yeni medya ekonomisinin temeli. Gazetelerin Internet sitelerinde yararlandıkları Google Adsense, Google Analytics ve benzeri teknolojilerin çoğunun temelinde  kişisel verilere göre yapılan hedefleme var.







Cambridge Analytica skandalı olarak anılan bu yeni skandalda özel olan durum Facebook'un araştırma amacıyla sağladığı ve erişilmesi Facebook'un onayı olmadıkça imkânsız verilerin, tamamıyla bu alanda uzmanlaşmış bir şirket tarafından kullanımı var. Şirketin, Brexit'in temellerini atan Leave EU (AB'yi terk et) kampanyasında da aktif olarak hizmet verdiği biliniyor. Yani, ABD’deki ve dünyadaki mevcut ideolojik çatışmaların en “ana akım” olanında taraf olduklarını söylemek mümkün.



 





Ortaya çıkan skandalın aslında iyi bir yanı da var. Zira yalnızca büyük veri analizi ve işlemesi üzerine çalışan tek şirket Cambridge Analytica değil ve kişisel veri işleyerek sonuca giden ve etik birçok probleme yol açan birçok kurumun aktivitelerini tartışmak bakımından bu bir tür şans. Türkiye’de de yakın dönemde kimlik numaraları dâhil fazlasıyla kritik kişisel verilerin çeşitli şekillerde ortaya saçılması veya sağlık verileri gibi mahrem verilerin satılması gibi krizlere tanık olduk. Ancak verinin nasıl kullanılacağı, hangi verinin hangi şartlarda kiminle paylaşılabileceği gibi hususları bir türlü doğru düzgün tartışma fırsatı bulamadık.





 

Büyük veri çağında veri etiği krizi







Yaşadığımız çağ büyük veri çağı. Boyut olarak olduğu gibi, anlamak için gerektirdiği emek ve bu süreçlerin karmaşıklığı gibi faktörler de büyük veri dediğimiz kavramın ortaya çıkmasına neden oluyor. Yeni iletişim teknolojileri ve kişiselleştirilmiş sosyal ağ profilleri de bu büyük verinin her saniye büyümesine sebep oluyorlar. Dahası, bu profillere kullanıcıların iletişim ya da kanaatlerini belirtme amaçlı olarak paylaştıkları her şeyin bir üstünde çok kapsamlı araştırmalar yapılabilecek dinamik veri tabanlarına kaydediliyor olması, hem sosyal bilimciler hem de siyaset kurumları gibi toplumu okuma arzusundaki aktörler için çok önemli bir durum.







Her ne kadar Türkiye’de biz Internet kullanım süreçlerimizde çağdışı sansür aşma uygulamalarıyla mücadele etmek zorunda kalsak da, sıradan kullanıcı düzeyinde çok daha geniş bir sistemin parçasıyız ve bununla da müdahale etmek zorundayız. Zira üye olduğumuz Twitter, Facebook ve benzeri sosyal ağların neredeyse tamamı hakkımızdaki verileri işlenmek üzere depoluyor ve kâr amacıyla paylaşıyor. Bu zaten “herkesin bildiği sır.”





 

Cambridge Analytica krizi ve politik etik







Meselenin politik boyutu ise epey karmaşık. ABD'de hem Demokrat hem de Cumhuriyetçi senatörler Facebook'un kurucusu ve yöneticisi Mark Zuckerberg'i ifade vermeye davet etmiş durumda. Evrensel’in haberine göre bir Facebook sözcüsü ise veri kullanımının bir veri sızıntısı veya hackleme sonucu gerçekleşmediğini, kullanıcıların kendi verilerini rıza vererek sunduğunu belirtmiş ki bu da yazının devamında değineceğim kullanıcı sözleşmeleri kapsamında doğru bir ifade. Birleşik Krallık Parlamentosu Dijital, Kültür, Medya ve Spor Komitesi Başkanı Damian Collins ise, Cambridge Analytica yöneticisi Alexander Nix'in geçen ay Avam Kamarası'nda kendilerine verdiği bilgilerin yanlış yönlendirici olduğunu açıklamış. Avrupa Parlamentosu Başkanı Antonio Tajani ise Avrupa Birliği vatandaşlarının verilerinin hukuka aykırı bir şekilde kullanılıp kullanılmadığı konusunda kapsamlı bir araştırma sözü vermiş durumda.







Cambridge Analytica üstünden 2016 ABD Başkanlık seçimleri ve Brexit’in politik/teknolojik hesaplaşmasının yapılmakta olduğu ortada. Batı demokrasisi ve teknoloji odaklı pazarı, kendi değerleri ile ürettiği veri işleyen ve veri üzerinden finansal modelini oluşturan “bu kocaman canavarı” (ister Facebook olsun ister Google) nasıl kullanabileceği konusunda henüz bir konsensusa varamamış durumda ve dünyanın yaşadığı terörizm bazlı güvenlik krizi ve otoriterleşen rejimler söz konusuyken bu krizin derinleşeceği de aşikâr.







Trump ve ABD özelinde aslen hukukî olarak suç teşkil eden değil ama etik olmayan bir faaliyetten bahsetmek mümkün. Ancak bunun Rusya’nın seçimlere müdahalesini kanıtlayan bir gelişme vs. olmadığı da ortada. Bu Trump ya da Cruz fark etmeksizin Cambridge Analytica ya da benzeri şirketlerin --alanlarında tek değiller-- hizmet verdiği herhangi bir adayın ya da seçilmişin başına gelebilecek bir hadise daha doğrusu alabileceği bir hizmet. Burada aslolan, siyasal iletişimin sınırlarının bu kadar keskin şekilde çizilmeye çalışıldığı ABD siyasal alanında dahi yeni medyanın ve yeni gözetim teknolojilerinin bu tür geniş delikler açabilmesi.





 

İşlenecek bir veriden mi ibaretiz?







Kişisel veri güvenliği ve gizliliğine önemli soruların başında, girdiğimiz haber sitelerinden üye olduğumuz sosyal platformlara kadar birer birey olarak sunduğumuz verilere dair fakındalığımızın düşüklüğü var. Zira günümüzde sağladığımız veriler, 1990’ların devlet ve firmaları için erişilmez durumdaydı. Bugün ise kendimiz, okumaya zahmet etmediğimiz birçok sözleşmeyi dijital olarak kabul edip bu tür verileri paylaşıyoruz. Bu yalnızca bu verileri paylaşmakla ilgili değil, ayrıca Internet kullanımımızla da ilgili.







Internet’i bir tür sosyal var oluş alanı olarak görüyoruz. Öyle ki politik mücadelelerimiz konusunda dahi Internet’in belirleyici ve asıl aktör olduğuna dair derin bir inancımız var – ne kadar acıklı. Burada kesin olan bir şey var ki Habermas’ın kamusal alana yüklediği o pozitif anlamda Internet işlemiyor. Hattâ Internet’in varlığından söz ederken sürekli olarak olumlu bir ton kullanan, onun bir tür “buluşma alanı” olduğunu öne süren görüş çoktan demode oldu. Bugünlerde filtre balonlarından, yankı odalarından daha sık söz ediyoruz; ancak tüm bunlardan söz etsek de yeğenimizin sünnetinden oy verdiğimiz partiye, Uber Taksi tartışmasından Oscar’lardaki ödül alan filmlerin durumuna dek birçok konuda kanaatlerimizi hiçbir şekilde efektif olmayacağını bilmemize rağmen paylaşıyoruz. Söz konusu siyaset olduğunda mangalda kül bırakmasak da çevremizdeki insanlar için bu genellikle pek etkili olmuyor. Aksine, sonuçta birçok insan Facebook profillerinde geniş bir “yazdıklarımı göremesin” listesi barındırmaya ya da “engelliler” ile dolu bir kara liste oluşturmaya başlıyor. Sadece kendimizi haklı olduğumuza ikna etmek için yazdığımız bu içerikler ise çoğu zaman bizim profilimizin çıkarılması için kullanılıyor. Tabii bu buradaki tek dilemma değil, zira To Save Everything Click Here kitabının yazarı Morozov’un dediği üzere karşılaştığımız oyunlaştırılmış bu yeni medya evreni masum bir evren değil ve hattâ bizi oldukça tembelleştirerek politik meselelerimiz konusunda da sadece birer “fikir beyan edene” dönüştürüyor ki buna da bir isim bulunmuş: Slacktivism. Türkçe ifadesiyle Internet aracılığıyla, politik veya sosyal bir mücadeleye destek olarak gerçekleştirilen ancak çok az zaman veya katılım gerektirdiği kabul edilen eylemler, örn. bir sosyal medya web sitesinde veya uygulamada çevrimiçi bir dilekçe imzalamak veya bir kampanya grubuna katılmak gibi. Bu tür eylemler de çoğunlukla efektif olmamakla birlikte içerdiği kişisel bilgilerle birlikte bizi daha iyi hedeflenebilir, daha anlaşılabilir bir veri hâline sokmanın ötesine gitmiyor.





 

Çare Internet’den uzak durmak mı?





Şu bir gerçek ki Internet’in hiper-endüstriyel bir yapı etrafındaki aksiyonlar üzerine kurulu olduğu bir çağdan geçiyoruz. Bu büyüklükte ve sosyal potansiyelde bir mekanizmada kâr odaklılığın konu dışı olması da ana akım seçenekler için yakın gelecekte pek mümkün görünmüyor. Burada kullanıcıların ve kullanıcı kolektiflerinin inisiyatifler geliştirerek kullanım pratiklerini dönüştürmesi ilk aşama olabilir.



İlk adım olarak Türkiye'de kolayca indirilmesi engellenmiş olsa da tarayıcı olarak TOR Browser kullanmak, Chrome veya Firefox gibi tarayıcılarınız varsa https everywhere, ad blocker, privacy badger gibi eklentiler kullanmak şart. Arama motoru olarak da Google'a muhtaç değiliz. Duckduckgo arama motoru tarayıcı Google kadar etkili, üstelik sizi bir ürün gibi görüp her hareketinizi kaydetmiyor. Cep telefonunuz söz konusu olduğunda da VPN servislerini ve yine Duckduckgo’nun mobil tarayıcısını kullanmak mümkün.







Tabii ki bu sadece bilinçli ve aktivist ruhla Internet kullanan “küçük bir kitleye” özgü bir kullanım pratiği gibi görünüyor ilk aşamada. Zira kolaylıkla erişilebilen tarayıcılar ve bilgisayarlarla ya da mobil cihazlarla gelen uygulamalar bu önerdiğim özelliklerin çoğunu içermiyor.





Sonuç olarak devletlerin de bireylerin de Internet’le ve yeni iletişim teknolojileriyle ilişkilerini tekrar sorgulamaları gereken bir çağda olduğumuz kesinleşmiş durumda. Cambridge Analytica skandalının “skandal” olmasının temel sebebi ise devletlerce uygulamaya dökülen gözetim rejimlerini ifşa eden Snowden sızıntısının aksine rekabetçi bir alanda fark yaratmış olması ve bu farkın belirli bir grubun hoşuna gitmemiş olması. Tartışmanın yalnızca Cambridge Analytica, Trump ve Britanya sağı eksenine sıkışmaması tam da bu yüzden önemli.



 





*Bu yazı ilk kez P24'te yayımlanmıştır.