Buna ‘öğrenilmiş çaresizlik’ denir

Boykota baştan karşı çıkanlar için "muhalif" tanımı kullanılamaz herhalde

GÜNCEL
Pazar, 18 Mart 2018 (6 yıl 8 ay önce)

İnci Hekimoğlu



 



Türkiye yüzde 50, yüzde 50 ikiye bölünmüş ama ‘öğrenilmiş çaresizlik’ sendromunda yüzde yüz birleşiyormuş meğerse.



 



Muhalif sayılan kitlenin içinde yer alan liberalinden ulusalcısına ilginç biçimde boykotun AKP’nin işine yarayacağı iddiasında buluşuyorlaBoykot yerine seçimlere girmenin doğru olacağını savunanların en belli başlı gerekçelerinden bazıları şunlar:



 



-Seçimlere girmeyerek iktidarın meşruiyetini tartışılır hale getirmenin bir anlamı olmaz çünkü hem meşruiyeti önemsemeyen bir iktidar var hem de uluslararası düzeyde meşruiyetini zaten yitirmiş durumda.



 



-Boykotu örgütlemek çok zor. İyi örgütlenemeyeceği için de her atılmamış oy AKP’nin işine yarayacak.  



 



-Yapılması gereken seçim güvenliğini sağlayacak yöntemler üzerinde çalışmak ve sivil toplumun örgütlenmesini sağlamak.



 



İslamcı, liberal ve ulusalcı gibi farklı toplumsal kümelerin ‘kanaat önderlerini’ aynı eksende buluşturan nokta için olsa olsa “gizli ideolojik birlik” denebilir.



 



“Öğrenilmiş çaresizlik” de denebilir, ikisi de aynı kapıya çıkar.



 



Sonuçta sistemin çizdiği sınırların dışından, üstünden bakmak yerine sıkıştırıldığı çemberin kırılamayacağı, yapılacak her hamlenin başarısız olacağı inancıyla verili koşulları kabullenmek “öğrenilmiş çaresizlik” gibi psikolojik bir tanımla da açıklanabilir; “devletçilik” gibi siyasi bir tanımla da. 



 



Ama her iki durumda da “muhalif” tanımı kullanılamaz herhalde.



 



Muhalif görmek isteyenler kadın hareketine bakmalı. 



 



Bu dönemde “muhalefet” tanımının içini hakkıyla dolduran ve boykotun olası sonuçlarını en iyi örnekleyen siyasi hareket oldu. “Öğrenilmiş çaresizlik”e ve erkek egemen sistemin dayattığı politikalara karşı mücadelede kazandıkları müthiş birikim ve deneyim, siyaseti yönlendiren ‘muhalif’ erkekler için ders olmalı.    



     



Nitekim, CHP içindeki demokratik siyasete öncülük eden isimlerden İlhan Cihaner, İrfan Aktan’a verdiği ses getiren röportajında aynen şunları söylüyor:



 



“AKP’nin gündemindeki tek bir olguya bile engel olamadık. AKP’nin geri çekmek zorunda kaldığı birkaç tasarı var. Ama onlar da toplumsallaştığı için, ciddi bir kamuoyu oluştuğu için geri çekildi. Cinsel istismarla ilgili tasarıyı kadınların mücadelesi geri çektirdi mesela. Bu örnek aslında bize doğru yeri de gösteriyor.”



 



Budur işte.



 



Kaldı ki, boykota karşı çıkanların argümanları pek çok çelişkiyi de içinde taşıyor.



 



Bir boykotçu olarak ben de madde madde sayarsam;



 



1- Boykot yalnız “meşruiyet” üzerinden tartışılamaz. En önemli yanı, bir grubun zor ve şerle ülkeye el koymasına sessizce boyun eğilmeyeceğini, hileli bir oyunda figüran olmayacağını  göstermektir.



 



2- Boykotun örgütlenmesi zor da, yasal olarak da fiilen de sonuçları değiştirme gücünü elinde tutanlara karşı seçim güvenliğini sağlayacak örgütlenmeyi başarmak daha kolay öyle mi?



 



3- Başkanlık referandumundan önceki ve sonraki deneyim gösterdi ki, “devletin bekası” için gayrimeşru sonuçlara razı olan ana muhalefet, iktidarla ilişkisini siyasal ve hukuksal olarak hiçbir olağandışılık yokmuş gibi sürdürdü. Onların sayesindedir ki, bugün sonsuz bir OHAL ve gayrımeşru, gayri hukuki bir yasayla sayılmayacak oylarımızı kullanmaya zorlanıyoruz.



 



Şimdi her seçim öncesi “sözüm söz” diyenlere mi güveneceğiz?  



 



4- Seçimlere katılıp hileleri teşhir etme önerisi de ilk bakışta doğru geliyor da nerede kim teşhir edecek sorusuna yanıt var mı?



 



Hele ki, sivillere 1000 mermi hakkı verilmiş, tam seçim atmosferine girerken iktidarın sansürünü kırıp haber almanın en önemli araçlarından olan VPN, TOR gibi farklı ağlar engellenmişken.



 



Bunlar da ikna etmiyorsa, Hukukçu Turgut Kazan’ı dinleyin. Kerameti kendinden menkul kanaat önderlerini değil.   



 



Artı Gerçek