Status quo’nun korunması, çürümenin korunması anlamına gelir
Cihan Çetin
Marx ve Engels’in Osmanlı İmparatorluğu ile ilgili yazılarının derlemesi olan Doğu Sorunu (Türkiye) makalelerindeki temel bir kavram bugüne de ışık tutmaktadır: Türkiye’de status qou’yu (mevcut durumu) koru!
Marx ve Engels, Osmanlı’nın (özellikle Çarlık Rusyası ile ilgili) içinde yer aldığı hemen her uluslararası durumda, Osmanlı ile ilgili ne yapacağından bihaber Batı Avrupa diplomasisinin bu mottoya bağlı kaldığını söylerler:
Türkiye, Avrupa meşruiyetçiliğinin kanayan yarasıdır. İlk Fransız Devriminden bu yana, meşru, monarşik yönetimin güçsüzlüğü kendini her zaman bir aksiyomda ortaya koymuştur: status quo’yu koru. (Engels, Türkiye, Doğru Sorunu, sf. 20)
Avrupa’daki Batılı hükümetlerde, yaklaşan tehlikeye dair belirsiz ve dumanlı bir endişe uyandırmıştır. Bu endişe, Türkiye’de status quo’nun korunması dünya barışının gerekli koşuludur şeklinde büyük diplomatik inancı ortaya çıkarmıştır. (Engels, Türkiye Sorunu, agk, 38)
1815 yılından beri hiçbir şey, Avrupa’nın büyük devletlerini status quo’nun bozulması kadar korkutmadı. Ne var ki, bu devletlerden herhangi ikisi arasında çıkabilecek herhangi bir savaş, bu status qou’nun alt üst olması demek olabilir. Rusya’nın, Doğu’nun [Türkiye’nin] başına bela kesilmesine göz yumulmasının nedeni budur. (Marx, Rusya’nın Türkiye’ye Karşı Siyaseti, agk., 68)
Peki Osmanlı’daki status quo’nun korunması ne anlama gelir? Tek anlamı vardır: Çürümenin korunması.
Yine Marx ve Engels’e kulak verelim:
Osmanlı İmparatorluğu’nun bugünkü satus quo’su, ‘korunmasında herkesin çıkarı olan barışa uygundur.’ İngiltere ile Rusya, bu ilke üzerinde görüş birliğindedirler…’bu düşüncedeki temel amaç, Babıâlinin [Osmanlı Hükümeti’nin] gereksiz yere diplomatik kavgalarla rahatsız edilmeksizin ve mutlak zorunluluk olmadıkça içişlerine müdahale edilmeksizin sükunet içinde yaşamasına izin verilmesi olmalıdır. (Marx, Türkiye’nin Bölüşülmesine İlişkin Belgeler, agk, 295. abç. Marx bu pasajda İngiliz Hükümeti’nin Rus Çarlığı ile yaptığı gizli yazışmayı kaynak olarak kullanıyor.)
Türkiye’de status quo’yu koru! Niçin? İçine, dağılmadan önce bir at leşi konmuş çürük bir şeyi, o çürümüşlük derecesiyle korumaya da çalışabilirdiniz. Türkiye çürümeye devam ediyor, şimdiki ‘güç dengesi’ düzeni ve status qou’nun korunması sürüp gittikçe çürümeye devam edecek; çürümüş her maddenin, çevresine biraz hidrokarbon ve hoş kokulu bazı gazlar salması gibi, Türkiye’de, kongrelere, protokollere, ültimatomlara karşın kendi payına düşen diplomatik güçlükleri ve uluslararası kavgaları yaratmaya devam edecek. (Engels, Türkiye, agk, 21)
Marx ve Engels’in bu satırları 1850’li yıllarda yazdıklarını bir an için unutalım. Bugün değişen bir şey olmadığını çok rahatlıkla söyleyebiliriz.
Elbette ne Avrupa ne de Türkiye 1850’lilerin Avrupa ve Türkiyesi. Türkiye’de cumhuriyet kuruldu, Avrupa’da ortalık liberal demokrasiden geçilmiyor(!). Ancak yukarıdaki satırları (aslında Marx ve Engels’in Doğu Sorunu ile ilgili temel analizlerini) okurken insan, güncel duruma ilişkin bir çözümleme okuduğu duygusuna kapılıyor.
Engels’in, Osmanlı İmparatorluğu için yukarıda alıntıladığımız ifadesi bugüne de denk düşmüyor mu: “Türkiye Avrupa demokrasisinin kanayan yarasıdır. Türkiye’de cumhuriyetin ilanından sonra da Avrupa demokrasisinin yönetim güçsüzlüğü, kendisini her zaman bir aksiyomda ortaya koymuştur: Türkiye’de status quo’yu koru!”
Bugün belki tek önemli fark, ABD’nin tarih sahnesine emperyalist bir güç olarak çıkmış olması ve AB’nin kurulması olabilir. Ancak biraz düşününce AB’nin doğal olarak, ABD’nin ise sonradan, Avrupalı büyük devletlerin 1850’lerdeki “Türkiye’deki status quo’yu koru” mottosunu devraldığını anlamak zor olmasa gerek.
ABD-AB emperyalizminin Türkiye’ye yaklaşımındaki status quo’yu koru düsturunun somut kanıtlarını görmek için uzak bir tarihe gitmeye gerek yok. 15 Temmuz’un kendisi dahil sonraki süreçlere kısaca bakmak yeterlidir.
AKP’nin, 15 Temmuz’a ilişkin olarak ABD ve AB’ye “neden anında darbe karşı açıklama yapmadınız” diyerek çemkirmesi, kendi penceresinden, haklıydı. Çünkü ABD-AB, darbeyi savuşturan AKP’ye gecikmeli de olsa nasıl “yanındayız” mesajı verdiyse, darbe gerçekleşseydi darbecileri de “Türkiye’de status qou’yu koru!” şiarına bağlı olarak selamlayacaklardı.
OHAL ile başlayan faşizmin yeni dalgasının her kritik aşamasında, ABD-AB’nin “vazgeçilmez demokrasi kriteri” olarak pazarlanan İnsan Hakları Sözleşmesi’ni TC tuvalet kağıdı olarak kullanırken, (AİHM dahil) ABD-AB’nin en fazla “vallahi de, billahi de çok kaygılıyız” demekten öte geçmemesinin başka bir açıklaması var mı?..
Afrin’e saldırıda TC Kürt halkını topluca katlederken, ABD-Rusya Türkiye’de status quo’nun korunmasını temel alarak hamlelerini yapıyor. ABD bir taraftan kendi askeri varlığını göstererek Türkiye’ye “çok ilerleme” derken, diğer yandan Kürt halkını boğazlamasına, “Türkiye’nin terörizmle savaşını anlıyoruz” diyerek göz yumuyor. Rusya, Doğu Guta gibi bölgelerde IŞİD ile savaşma adına yerel halka kan kustururken, kendi bencil hesapları uğruna Türkiye’nin de Kürtlerin üzerine azgınca gitmesine göz yumuyor.
Türkiye, istisnasız her alanda, bugün dünden daha fazla çürümektedir. Bu çürümenin temel nedeni de kapitalizmin bizzat kendisidir. Çünkü bu sistemin kendisi zaten dünya çapında, çok boyutlu ve derin bir kriz ve çürüme içindedir. Bunun Türkiye’ye yansıması ise, işçi sınıfı ve emekçiler de içinde olmak üzere toplumu çürütmekte, sadece TC sınırları içinde yaşayan emekçilerin değil sınır ötesindeki insanların hayatlarını da çekilmez hale getirmektedir.
Çevresine de acı ve felaket saçan bu çürümeye karşı mücadele, onun sadece sonuçlarına karşı değil onu doğuran nedene karşı bir mücadele olarak örgütlenip yürütülmek zorundadır.
Bunun bir parçasını da, hâlâ ABD-AB’den umut kesilmemesini öneren liberal saçmalıklar oluşturmalıdır. Türkiye’nin status quo’su korunarak çürümesi ve çürümeye devam etmesi, ABD-AB emperyalizminin olmazsa olmazıdır. Bu çürümeye karşı gelmenin de ilk gereklerinden biri de haliyle ABD-AB başta olmak üzere emperyalizmden medet ummayı çöpe atmak olmalıdır.